Zihnimden Sızan Bisiklet
Son zamanlarda beynimin içinde iki tekerlek dönüyor sanki. Beynimin bir lobunda bir tekerlek diğerinde öteki tekerlek bitmek bilmez bir dönüş halindeler. Bu iki tekerlek bir bisiklet gövdesiyle birleşiyor ve kafatasımın sınırlarını aşıyor adeta.
Neden senelerdir bisiklete binmemişken üstüne üstlük Ankara gibi bisiklet dostu olmasıyla hiç de ünlü olmayan bir şehirde yaşarken bu bisiklet imgesi zihnime sızmış durumda? Çocukluğumun erken yaşlarından itibaren bisiklete biniyorum, benim kuşağımdan pek çok kişi gibi belki iki belki üç yaşımdan beri bisiklet üzerindeyim. İlk bisikletimi hatırlamıyorum bile aklımda sadece tek bir anı var. Bana benim olduğu söylenen ve evin deposunda zaman zaman gördüğüm üç tekerlekli, mavi bir bisikletti o. Aklımda o mavi üç tekerleğiyle ilgili tek anıysa (ki zihnimdeki en eski anı olduğunu düşünüyorum) pedalları hızlı hızlı çevirerek dedeme doğru gittiğimdi.
İkinci bisikletim küçük boy bir BMX idi. Abime büyük boy alınmışken bana benim beden yapıma uygun bir küçüğü alınmıştı. Bu bisikleti çok iyi hatırlıyorum çünkü bu bisiklete binerken çekilmiş fotoğraflarım var. Bu küçük BMX’e yan tekerleklerle bindiğimi hatırlıyorum. Hatta o yan tekerlerin çıkartılarak ilk kez dengede durmak zorunda olduğum zaman da hatırımda. Çok korkmuştum, babam bir süre seleden tutarak beni bir süre dengede tutmuş sonrasında kendi başıma dengede kalarak bisiklet sürmedeki en önemli adımı atmıştım.

Sonrasında abimin büyük BMX’i bana geçmişti. Abimeyse o zaman 21 vitesli tamamen yetişkinler için olan yeni bir bisiklet alınmıştı. Babam da o sıralar bisiklet tamirine merak salmıştı. Babam usta bir şoför olduğu için ve araba tamirinden de anladığı için bisiklet mekaniğiyle uğraşmak onun için büyük bir sıkıntı değildi. O sıralar ilgileneceği bir konu olarak görmüştü demek ki. Büyük BMX’e yeni düz bir gidon almıştık, onu BMX’e monte edip değiştirdik. Sonra iş yerinde başka arkadaşlarının çocuklarına ait bisikletleri de getirip tamir etmişti. Aklımda kalan, bizim o zaman Pinokyo dediğimiz türden bir bisiklet getirmişti ve onu maviye boyayıp, tamir etmiştik.
Böyle böyle bisikletler çocukluktan gençliğe temel oyuncağımız olmuştur. Bisiklet sadece bir oyuncak değildi. İlk olarak bedenimi ve zihnimi küçük yaşlardan itibaren şekillendiren bir mekanizma. Ağaç yaşken eğilir derler, evet benim bedenim de bisiklete doğru eğiliyordu. Filozof ve bilişsel bilimci Andy Clarke’ın “doğuştan siborg” kavramı vardır. Siborg yarı biyolojik, yarı teknolojik varlıklar için kullanılmaktadır. Siborgla ilgili uzun tartışmalar olsa da bunun yeri şimdilik burası değil. Clarke ise doğuştan siborg kavramıyla aslında siborg kavramına yeni bir soluk getiriyor ve siborg olmanın sadece yüksek teknoloji ve sonradan edinilmiş şeylerle değil aksine insanlık kültürünün ürettiği nesnelerle doğrudan bağlantılı olduğunu söylüyor. Yani çevremizdeki tüm nesne ve aletler şu veya bu şekilde zihnimizin şekillenmesinde etkili olmuşlardır ve olmaktadırlar. Büyük ihtimalle bisiklette benim için böyle bir aletti ve bu yaşımda bisikletin zihnimde yine şekillenmesi bu yer etmeyle bağlantılı belki de.
Bisikletin o yaşlarımda bir başka anlamı keşifti. Bisiklet ile oturduğumuz sokağın ötesindeki yerlere kolayca gitme şansımız oluyordu. Önce oturduğumuz uzun sokağın gidemediğim yerlerine gittik hatta bisiklet konvoyları oluşturur öyle giderdik. Sonra çarşıya veya pazara kadar gitmeye başladık. Gittiğimiz her uzun mesafe bizim için bir gurur kaynağıydı ve bisikletle gittiğimiz yerleri arkadaşlarımıza anlatır ve hava atardık. Bu keşif hissi de son dönemlerde iyice sıkışan, akmayı bırakan hayatımda aradım bir duygu.
O dönemlerde takip ettiğim bir gazete bisiklet özel eki vermişti. O ekten aklımda bisikletle ilgili şu aforizma kaldı: “Bisiklet eşitlikçidir, bazen o sizi taşır, bazen de siz onu.” Gerçekten de bisikletin bir insanla alet arasındaki en eşitlikçi ilişkiyi sağladığını düşünüyorum.